Diyarbakır: Bir Yaranın Sessiz Tanığı
Ben, taşla yoğrulmuş bir şehirdim bir zaman.
İçime gömülen her adımı sustum.
Bir annenin, yıllarca kapıda bekleyen gözleriyle baktım gökyüzüne.
Ve her sabah,
Gözyaşına benzer serinliğini döktü surlarıma Dicle’nin soluğu.
Beni anlamak isteyenler çok oldu ama
Ben, hiçbir dilin harfine sığmadım.
Ben Diyarbakır’ım...
Sırtı ağrılarla eğilmiş tarih,
Göğsünde ninniyle büyüyen isyanım.
Bir çocuğun elinde sararmış bir fotoğraf gibi kaldım zamanın içinde;
Anısı silik ama acısı hâlâ taze.
Sokaklarımda dolaşan rüzgâr bile tanır kaybı.
Hevsel’in yeşiline düşen ilkbahar bile temkinli gelir.
Çünkü bu şehirde her umut
Önce bir yasın eteğinden tutar kendini.
Ben yalnızca bir şehir değilim.
Ben, toprağı dua olan bir annenin sabrıyım.
Ulu Camii'nin gölgesinde her taş
Bir dua taşır gecelere.
Her sükût, içinden kırılan bir insanın yankısıdır burada.
Ben Diyarbakır’ım…
Suskunluğum bile yankı olur başka şehirlerde.
Bir kadın geçer önümden
Saçında kara yazması, yüreğinde sessiz bir veda taşır.
Bir babanın cebinde, katlanmış bir çocuk resmi vardır.
Ve kimse sormaz o çocuğun neden hâlâ beş yaşında kaldığını.
Ben cevabı değilim soruların
Ben, o sorularla uyuyan insanların sessiz yoldaşıyım.
Ahmed Arif
“Hasretinden prangalar eskittim.” dediğinde
Ben onu dinliyordum, taş gibi susarak.
Çünkü her pranga burada dövülür
Her sevda burada sınanır.
Ben Diyarbakır’ım,
Yazılmayan şiirlerin yutkunmasıyım.
Surlarım savunma değil, hafızadır.
Taşlarıma sinmiş her gölge
Bir halkın taşıdığı ortak yük gibidir.
Ben, her gece bir mezarlığın rüyasına dönüşen sessiz bir duayım.
Ağlamayanların bile içini sızlatan o tanımsız boğaz düğümüyüm.
Ve sen,
Beni görmek istiyorsan gözle bakma;
Kalbini aç, yüreğini getir.
Çünkü ben
Ancak sevdası ağır olanların taşıyabileceği bir gerçeğim.
Ben Diyarbakır’ım...
Yandım, yakıldım, sustum, büyüdüm.
Ama hiçbir zaman unutulmadım.
Çünkü ben
Unutanın bile kalbinde iz bırakan o ilk acı gibiyim.
İnsanın kendinden bile sakladığı bir yara gibiyim.
Ve şiirin
Kelime olmaktan utandığı yerindeyim.
Ve şimdi
Sana son bir sır daha fısıldayayım:
Benim toprağımda açan her çiçek
Bir mezarın başında doğar.
Ama yine de rengini saklamaz güneşten.
Çünkü biz acıyı saklamayız,
Onu büyütürüz içimizde.
Ben Diyarbakır’ım...
Ölenin ardından susmaz sesim.
Kalanı yaşatırım,
Yüreğine taş bastıra bastıra.
Yıkıldım sananlara inadına dik dururum.
Çünkü ben, en çok
Yıkıldığım yerden şahlanırım.
Ve bil ki sevgili okur,
Bu şehirde dua etmek yetmez.
Duaların içini dolduracak bir vicdan ister.
Bir bebek ağlamasını duyamayan kalbe
Taş bile ağır gelir burada.
Ben Diyarbakır’ım...
Beni anlamak için tarih bilmen yetmez.
Yas tutmuş bir kadının sessizliğine kulak vermen gerek,
Bir çocuk gülüşüne kıyamaman gerek
Ve en çok da!
Sevmekten hiç vazgeçmemen gerek.
Çünkü ben
Sevda gibi, acı gibi
Sonsuza dek içte kalırım.